Avrupa Birliği 2010 yılı Türkiye İlerleme Raporu’nu yayınladı. Rapor, beklenen veya tahmin edilen hususlarda sürpriz oluşturmadı. Kısaca tanımlamak gerekirse, zaten ciddi sıkıntılarla yürütülmeye çalışılan müzakere sürecinde, kamuoyumuzda var olan olumsuz etkilenmeyi daha da ağırlaştıracak tenkitlerde bulunmuş görünmek yerine, Avrupa Birliği’nin, her iki tarafı da olabildiğince gözettiği izlenimi bırakan, gerçekçi bir fotoğraf çekmeyi yeğlediği söylenebilir. Ancak, bunun anlamı, kuşkusuz, sıkıntıları örtbas edebilecek başarılı bir tespit yapılabildiği de değildir. Kanımızca, bunun nedenlerini kısaca aşağıdaki gibi tanımlamak olasıdır:
1) Raporda, Türkiye’de henüz ilerleme kaydedilemeyen alanlar doğru biçimde dile getirilmektedir. Bunların yapılmasının, Avrupa Birliği’ne uyum sağlama işlevinin ötesinde, ülkemizin demokrasi standardının yükseltilmesi için zorunlu olduğunu kabul etmek gerekir. Bununla beraber, diğer bütün genişlemelerin aksine, Avrupa Birliği’nin uygulamayı hızlandırmaya yönelik olarak ne gibi ciddi katkı sağlamayı öngördüğüne dair ipuçları hala verilememektedir. Kısaca, Avrupa Birliği üyeliğimiz konusunda çekingenliğini sürdürürken, doğal olarak teşvikkâr da olamamaktadır.
2) Rapor, müzakerelerde var olan sıkıntıları açıkça dile getirmektedir. Ancak, bunu yaparken, bizatihi Avrupa Birliği’nden kaynaklanan ciddi olumsuzlukları göz ardı etmektedir. Bilindiği gibi, esasen büyük güçlüklerle açılabilmiş ve sadece biri kapatılabilmiş olan 13 fasılda dahi ilerleme sağlanabilmesi için sıkıntılı bir uğraş verilmekte olup, halen geriye açılabilecek sadece 3 fasıl kalmış bulunmaktadır. Bunların akıbeti de henüz belli değildir. Geri kalan 17 fasıl bloke edilmiş durumdadır. Üstelik bunların 5’i tam üyelikle doğrudan bağlantılı oldukları savıyla engellenmektedir. Üyelik müzakeresi yapmakta olan bir ülke için böylesine garip bir savla ortaya çıkılması, şayet kötü niyet yoksa çelişki değil de nedir! 8 faslın arkasında ise, Kıbrıs sorununda baskı yaparak sonuç almaya çalışan, başarısızlığı defaeten kanıtlanmış, sağlıksız bir politikanın izlerinden başka ne olabilir?
3) Kıbrıs, iki üye ülkenin, farklı nedenlerle, Avrupa Birliği’ne mal ettikleri bir konudur. Güney Kıbrıs’ın kaideler çiğnenerek üye yapılmasından sonra, iş daha da sıkıntılı bir mecraya girmiştir. Aralık 2010 Zirvesinde Avrupa Birliği’nin almak durumunda olduğu kararın da sağlıksız ve itici olacağı beklenmektedir. Buna karşılık, Avrupa Birliği’nin artık gerçekleri olduğu gibi görmesi ve Ada’da iki kurucu Devlet bulunduğunu teslim etmesi çözümü teşvik edecektir.
4) Yukarıda özetlenen durumdan hareketle, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin, önümüzdeki dönemde, belirsiz bir geleceğe doğru yol aldığını söylemek abartı olmayacaktır. Gelişmeler bugünkü mecrasında devam ettiği takdirde, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzakereye başlanması kabul edilip dışlanan ilk ve tek örnek olmasının önüne geçilemeyeceği kuşkusu giderek güç kazanmaktadır. Bunun, sonuçları her iki Taraf için de çok iyi değerlendirilmesi gereken acı bir son olacağı akılda tutulmalıdır. Kamuoyundaki yılgınlığa karşın Türk Hükümetinin müzakereleri hala sabır ve ümitle sürdürme gayretinin aslında iyi algılanması gereken bir davranış olduğu yadsınamaz.
5) Avrupa Birliği’nin Türkiye için bir çıpa oluşturduğu gerçeği de inkâr edilemez. Müzakerelere başlandıktan sonra yapılan temel reformların Avrupa Birliği’ne uyum kapsamında gerçekleştirildiği bilinmektedir. Avrupa Birliği mevzuatı, uyum zorunluluğu dışında da zaten, Türkiye’nin modernleşme yolunda hayata geçirmesi gereken altyapıyı oluşturmaktadır. Bunun üyelik süreci hızlandırılarak ve Avrupa Birliği’nin desteği ile daha sağlıklı biçimde yapılmasını kim istemez!
6) Tam üyelik dışında dile getirilen bütün çözüm önerileri yersizdir. İmtiyazlı Ortaklık denilen model halen ilişkilerimizin çerçevesini oluşturan Ortaklık Antlaşmamızın geliştirilmiş şeklinden başka nedir ki! Ayrıca unutulmamalıdır ki, karar mekanizmasında yer almadan sorumluluk yüklenmenin bir anlamı yoktur. Gümrük Birliği’nin en fazla şikâyete neden olan bağlayıcı yanı da esasen bu değil midir? Ortaklık Antlaşmamızın açık hükümlerine rağmen Avrupa Birliği’nce uygulamada kaidelerden sapılmış bulunulmasının temelinde de bu yatmamakta mıdır?
7) Türkiye Avrupa Vakfı olarak görüşümüz, her geçen gün biraz daha güçleşen ve bir açmaza yönlendiği düşüncesi yaratan ilişkilerimizin, bu haliyle, zorlama önlemlerle veya ertelenerek, bizi daha iyi ve ümitvar bir geleceğe taşımadığıdır. Aksine, her dönemde yeni huzursuzluklar ve çatışmalarla karşılaşılması çok daha olasıdır. Öncelikle Avrupa Birliği’nin, bazı üyelerinden kaynaklanan ahde vefasızlığın üstesinden gelmeye yönelik ciddi bir değerlendirme yapması zamanı gelmiştir. Aynı çalışmanın Hükümetimizce de yapılıp, nereye kadar sabır gösterilebileceğinin samimiyetle saptanmasına da ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği konusunun, başlangıçtan itibaren çok uzun yıllar olduğu gibi, gene bir Devlet Politikası’na dönüştürülmesinin tezekkürü de bir gereksinim olarak ortaya çıkmaktadır.
8) Türkiye için üyelik kuşkusuz bilinçli bir seçimdir. Bu her iki Taraf için de yararlıdır. Bu bilinçledir ki Türkiye elli yıldır sabırla hedefe ulaşabilmek için çaba harcaya gelmektedir. Esasen Avrupa Birliği’nin Türkiye hakkında farklı bir değerlendirmesi olmuş olsa idi, ilişkileri bugünlere getirmeyi bekler miydi diye de sormak lazımdır. O halde, bütün sıkıntılara karşın, halen müzakere içinde olabilmemizi, temeldeki bu düşünce birliğinin göstergesi olarak kabul etmek herhalde aykırı görülmemelidir. Ama bazı üye ülkelerin tutumları ve Avrupa Birliği’nin, buna bağlı olarak sorumluluklarını yerine getirmede böylesine isteksiz davranması, hiç temenni edilmese de sonuçta bir başarısızlıkla karşılaşıldığı takdirde, sadece Avrupa Birliği ile sınırlı kalmayacak bir uzaklaşmanın ürkütücü düşüncesini ister istemez akla getirmektedir. Bu hiç de arzulanmayan ve mutlaka önlenmesi gereken bir durumdur.
Sonuç olarak, Tarafların yeni bir ortak değerlendirme yaparak, ilişkilerin bahanelerden arındırılıp, canlandırılıp, samimiyetle rayına oturtulmasına imkân tanıyacak canlı bir süreç başlatmalarının menfaatlerine olduğu kadar tarihi bir sorumluluk da oluşturduğu düşüncesindeyiz. Bu bağlamda, çözümlenmesi gereken en önemli konu kanımızca, katılan diğer bütün ülkeler için de yapıldığı gibi, artık, müzakerelerin tamamlanmasına yönelik kesin bir hedef tarihin belirlenmesidir. Ucu açık mevcut süreç, katılma inancını törpüleyen ve şevk kıran bir nitelik taşımanın ötesine geçememektedir.