Türkiye – Avrupa Vakfı Yönetim Kurulu’nun, Cumhurbaşkanı, Başbakan, İlgili Bakanlar, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Siyasi Partiler ve İlgili Sivil Toplum Kuruluşları ile Avrupa Birliği Türkiye Temsilciliği’ne Gönderdiği Açıklama
AÇIKLAMA
24. 06. 2002
Uzun bir belirsizlik döneminden sonra Helsinki Doruk Toplantısı’nda Türkiye’nin, eşit koşullarda, ‘Aday Ülke’ olarak kabul edilmesiyle başlayan yeni dönem, Türkiye – AB ilişkilerinde önemli gelişmelerin yaşandığı başarılı bir dönem olmuştur.
AB Genel Sekreterliği’nin kurulmasıyla bu alanda ilk adım atılmış, onu kapsamlı bir reform programı olarak Ulusal Program’ın hazırlanması ve uygulanmaya başlaması izlemişti. Bu çerçevede sürdürülen çalışmalar ve o arada özellikle Anayasada demokratikleşme doğrultusunda yapılan değişikler ve öteki yasal düzenlemelerle, uzun zamandan beri gündemde bulunan bir dizi sorun çözümlenirken, AB ile bütünleşme sürecinin ön koşulları da büyük ölçüde gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.
O bakımdan 57. Cumhuriyet hükümetinin bu konudaki cesur tutumu ve TBMM’nin anlamlı desteği, içerde ve dışarıda, büyük ilgi ve takdirle izlenmiştir.
Ne var ki, bu olumlu ortamda AB ile müzakerelere başlama tarihinin belirlenmesi beklendiği bir sırada, programda yer alan anadilde öğrenim ve yayın konusu ile idam cezasıyla ilgili düzenlemelerin hükümet içinde ve siyasi partiler arasında tartışma ve çekişme konusu olması siyasi alanda belirsizlik doğururken, Ulusal Programla eş zamanlı olarak uygulamaya başlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programını da olumsuz yönde etkilemeye başlamış bulunuyor.
Sayın Cumhurbaşkanımızın böyle bir ortamda, Mecliste temsil edilen siyasi partilerin genel başkanlarını davet ederek başlattığı girişim tüm çevrelerde büyük ilgiyle karşılanmıştır.
Cumhurbaşkanımızın bu anlamlı girişimini, AB üyeliğini Türkiye’nin çağdaşlaşma projesi olarak gören tüm kuruluşlar gibi Türkiye-Avrupa Vakfı olarak biz de kuvvetle destekliyoruz ve onun önderliğinde siyasi partilerimizin katkılarıyla kısa zamanda bu soruna en uygun çözümün bulunacağına içtenlikle inanıyoruz.
AB’yi özgürlük, refah ve uygarlık olarak algılayan halkımızın büyük çoğunluğu, her vesileyle Türkiye’nin AB ile bütünleşmesinden yana olduğunu açıklamış bulunuyor. Geçen yılın sonlarında Vakfımızın girişimi ve PİAR’ın desteğiyle yapılan kamuoyu araştırması sonucunda, Türkiye’nin AB’ye katılmasını isteyenlerin oranı %68 olarak belirlenmişti. Bu yıl içinde çeşitli kuruluşlar tarafından yapılan yeni araştırmalara göre bu oranın daha da arttığı gözlenirken, bir süre önce İKV’nin girişimiyle 180 sivil toplum örgütünün katılımıyla gerçekleşen toplantının sonuç bildirgesinde de bu beklenti anlamlı bir biçimde bir kez daha dile getirilmiş bulunmaktadır. Öte yandan AB’nin araştırma merkezine bağlı Eurobarometer tarafından bir süre önce üye ülkelerde yapılan kamuoyu yoklamasında Türkiye’yi AB içinde üye olarak görmek isteyenlerin oranında önemli artış olduğu açıklanmıştır.
Bu nedenle, siyasi partilerimizden bu konuların partiler arası kısır tartışmalara dönüşmesini önleyerek, halkımızın büyük çoğunluğunun beklentisi doğrultusunda ve Türkiye’nin geleceğini düşünerek bir çözüm bulmalarını talep ediyoruz.
Belirsizliği önleyecek böyle bir tutum ve davranış, kamuoyu yoklamalarında en alt sırada yer aldığı açıklanan siyaset kurumunun halkımızın gözünde yeniden saygın bir kurum haline gelmesine de kuşkusuz büyük katkıda bulunacaktır.
AB ile ilişkilerimiz başından bu yana bir devlet politikası olarak kabul edildiği halde, geride bıraktığımız dönemlerde, öteki nedenler yanında, ön yargılardan kaynaklanan özgüven eksikliği nedeniyle bu alandaki olanakları zamanında ve yeterince değerlendiremediğimiz için AB genişleyerek ilerlerken Türkiye bunun kenarında kalmıştır. Bunun bize neye mal olduğu, geçmişte aynı düzeyde bulunduğumuz bazı yeni üyelerin bugünkü durumlarıyla Türkiye’nin durumu karşılaştırıldığı zaman açıkça görülmektedir.
O nedenle bugün bulunduğumuz noktayı özgüven içinde akılcı bir yaklaşımla değerlendirerek önümüzdeki engelleri aşmamızın zorunlu olduğuna inanıyoruz. Bu fırsatı iyi değerlendiremezsek gelecek kuşaklar bu dönemi mutlaka sorgulayacaklardır.
AB ülkelerinde yerleşmiş dört milyona yakın yurttaşımızın uyum alanında karşılaştıkları büyük güçlükleri geride bırakarak birlikte gerçekleştirdikleri “Avrupa’daki Türkiye”nin, her yönüyle, AB ile bütünleşme yolundaki Türkiye için anlamlı bir örnek oluşturduğunu düşünüyoruz. Bu örnekten de esinlenerek yürütülecek çalışmalar sonucunda, Türkiye AB ile bütünleştiği zaman Avrupa’daki yurttaşlarımızın öteki sorunları da çözümlenmiş olacaktır.
Yeni dönemde AB ile ilişkilerimizi irdelerken, zaman zaman Avrupa Parlamentosu’nda ve öteki ortamlarda tanık olduğumuz, yeterli bilgi ve iyi niyetten yoksun bazı eleştiri ve açıklamaların da Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program çerçevesinde yürütülen çalışmaları olumsuz yönde etkilediğini önemle vurgulamak istiyoruz.
O bakımdan ilişkilerde önemli bir kavşak noktasında bulunduğumuz bu sırada, AB’nin yıl sonundan önce müzakerelere başlama tarihini açıklaması kuşkusuz anlamlı bir jest olacaktır.
Başından bu yana Avrupa’da yeniden yapılanma hareketini destekleyen kırk yıllık bir ortak üye ve aday ülkeler arasında Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmiş tek ülke olarak Türkiye’nin böyle bir jesti gerçekten hak etmiş olduğuna inanıyor ve Sevilla Doruk Toplantısı’nda gündeme gelen bu konunun olumlu karara bağlanmasını bekliyoruz.
AB’nin bu kararı zaman zaman gündeme gelen kuşku ve belirsizlikleri önleyerek bütünleşme çalışmalarına her düzeyde ivme kazandıracaktır.
Ankara Anlaşmasıyla Türkiye’nin Avrupa’ya ve Avrupa’nın Türkiye’ye gereksinimi olduğu kabul edilmişti. Dünyada büyük değişimler yaşandığı bir dönemde Türkiye aday ülke olarak kabul edilirken bu gerçek bir kez daha teyit ve tescil edilmiştir. Bütünleşmeyi artık en kısa zamanda gerçekleştirmek durumundayız. Küreselleşme olgusunun yaşandığı bir dönemde AB ile bütünleşmiş Türkiye mevcut büyük potansiyelini bu çerçevede değerlendirerek, her alanda çağı yakalamış daha güçlü bir ülke konumuna gelirken, Türkiye’yi içine alan AB de ekonomik gücü yanında politik kimliği ile de dünyaya yön veren güçler arasında daha anlamlı ve güçlü bir birlik olarak yer alacaktır.
TÜRKİYE – AVRUPA VAKFI
YÖNETİM KURULU